ORUÇ  KEYFİ

 

          

Ahmet Turan Alkan

        Küçümsememeli, yargılamamalıydım, Ramazan'ın ilk iftarına birkaç saat kala, "memleketimden alışveriş manzaraları" derlemek için çarşıya çıkıp oruçlu yüzlerdeki çocuksu neş'eyi izleyerek kendi kendime "şunların haline bak, o kadarını yiyemeyeceklerini bile bile nasıl da her gördüklerinden satın almak için didiniyorlar" dememeliydim; "Ayıplama, gelir başına" sözünün doğruluğu kafama dank ettiğinde elimdeki pakette ikiyüzelli gram taze mahsul iğde, 150 gram kavrulmuş leblebi, yarım kilo turşu, altı tane horoz şekeri ve bir çarşı çöreği mevcut bulunuyordu.

Çarşı Esnafından Ağır Ramazan Tahrikleri

O gün çarşıyı yine kesif bir turşu suyu, kavrulmuş kahve ve leblebi kokusu sarmıştı. Böyle günlerde mantıktan ziyade koku alma hassasına hitap etmenin, tokluk hissinin verdiği tatminden ziyade aç karnına hayal kurmanın daha değerli olduğunu bilen bir kısım esnaf, belki de asırlardan beri pazarlama stratejisini "ağır tahrik” üzerine kurmaktaydı. İnsanı, oruçlu kafayla en behimî günahları işletecek raddede baştan çıkarıcı bir renk ve koku ahengiyle tablo gibi tanzim edilmiş manav tablaları, sarı çiğ ampullerin düğün yerine çevirdiği dükkanda balıklarını gelinlik kız gibi söyleyerek çığlık çığlığa müşteri arayan balıkçıların dimağa gerdiği lezzet perdesi fırıncı esnafının susam, yumurta, tereyağıyla kışkırtılmış taze pidelerin dans ettiği ızgaralı tezgahın gerisinde yorgun ve vakur bir haletle ateş gösterişini sürdürmeleri, hep ramazan iklimine mahsus, önceden kabullenilmiş tüketim kamçılama seanslarından birer cüz değil midir? Turşu tenekesinin ağzını keserle açtıktan sonra suyunu çaktırmadan kaldırımın kenarına boca ediveren bakkal, kavrulmuş kahveyi teknesiyle birlikte kaldırımın dibinde ferahlamaya terkeden kahveci, şu mübarek günde nasıl bir cürüm işlediğinin farkında elbette, ama böyle masum bir cürümden ötürü kim şikayetçi olabilir ki? Böyle tahrike can kurban diye düşünüyor olmalıyız ki, "gücü yeten var yetmeyen var, ayıptır yahu!" diye en insanî perdeden homurdanmak yerine, "İftarda turşu ne de güzel gider be!" kandırmacasıyla oruçlu nefsimize leziz rüşvetler vermekten geri kalmayız: Eee, "oruç keyfi" diye bir şey vardır yahu! '

Yoksa "Oruç Keyifsizliği"mi Demeliydik?

Oruç keyfi de nedir diye uzun uzun tarif etmenin ne gereği var; işin neticesine göre onu "oruç keyifsizliği" diye adlandırmak da mümkün. Mesela rahmetli kayınpederim oruç kavramına karşı hiçbir önyargısı olmamasına ve kendini bildiği demlerden beri bütün oruçlarını eksiksiz tutmasına rağmen "oruç keyifsizliği"nin canlı numunelerinden biriydi... Özellikle ramazanın ortasını geçip on altıncı oruca niyet edileceği gün, teravihin yirminci rekatından sonra cemaati soluklandırmak maksadıyla okunan ve "Ya Hennan Ya Mennan/Ya zelcüdî ve'l-ikram/Sebbit kulübena alel ihsan/Nercü affeke ve'l-gufran" sözleriyle başlayan "şugul"ün nakaratındaki "Elveda, elveda şehr-i siyam elveda" sözlerinin cemaati nasıl müteessir ettiğini hatırlayanlar çıkacaktır. Ramazanın ilk yarısında "merhaba, merhaba şehr-i ramazan merhaba" coşkusu cami kubbelerinde gümbürderken yolun yarısının katedilmesinden sonra başlayıveren "elveda" faslı, ramazana doyamayan samimî gönüllere giran gelir, hatta bazı mescidlerde ramazanın son gününe kadar kasd-ı mahsus ile "merhaba" terennümüne devam olunurdu (mazi sigasıyla anlattığıma bakmayınız; hamdolsun ki buralarda ramazan, bütün an'ane ve müesseseleriyle hala gönülleri ışıklandırmaktadır). İşte böyle ortanca günlerinde her evde ve her mahfilde mutlaka "Gördünüz mü, mübarek günler ne çabuk geldi geçti de farkına varamadık, ee bizim gibi günahkarların üstünde böyle feyizli zamanlar kalır mı, kuş gibi geçiverdi de kıymetini bilemedik!" nevinden tatlı sızlanmalar işitilirdi. Kayınpederim bu sızıltıları nerede işitse barut gibi tutuşur, "Riyakârlık etmeyin birader, kim demiş kuş gibi geldi de geçti diye, siz bir de bana sorun bakayım nasıl geçiyor!" diyerek parlardı. Onca mukallitliğine ve sohbet ehli olmasına rağmen rahmetli namdar tiryakilerdendi ve "oruç keyifsizliği" nin neye benzer birşey olduğunun canlı timsali idi. Sair zamanda tütün, kahve ve çay ile teskin edebildiği asabına "oruç keyfi" ile söz geçiremediği anlar da olurdu, rahmet üstüne olsun.

Merdiven de Merdiven Hani...

"Oruç keyfi" ile keyifsizliğini birbirinden ayırmak her zaman o kadar kolay değil galiba; hadiseyi arkadaşım anlatıyor;

"Rahmetli dedem orucunu açıp acı kahveyi tütüne dolamadan ve akşam namazını eda edip sedirin köşesine çekilmeden huzurunda "lahavle" diyemezdik. O gün ikindi namazından sonra mutad vaktinde eve geldi. Beni çağırdı.

    - Çarşıya git, filan yere bir emanet bıraktım; selamımı söyle, al gel! emrini verdi. Sözünü ikiletmeden çarşıya seğirttim. Tarif ettiği dükkana gidip selamını tebliğ ettikten sonra "emaneti" istedim. "Emanet" ne olsa beğenirsiniz; neredeyse yedi metre boyunda çam ağacından mamul bir merdiven! Çaresiz yüklenip oflaya puflaya eve getirip avluya bıraktım; evin ahalisi, "bu da nerden çıktı?" diye taaccüp ettiler. Lakin bu alış verişin hikmetinden sual eylemek kimin haddine? iftar topu gürleyip dedem orucunu açtıktan, akşam namazını kılıp tütünü acı kahveye sardıktan sonra anneannem "usületle" dedeme yaklaştı.

    - Efendi evimiz tek kat üstüne, koca merdiveni ne diye aldın; zaten iki tane merdivenimiz vardı, unuttun mu yoksa? diye incelikle istifsara başlayınca dedem kendini tutamayıp gülmeye başladı,

    - Yahu hanım vallahi haklısın; oruç keyfi ile bir alış veriştir ettik, lâkin meret merdiven değil sanat eseri âdeta canım; ustası öyle bir işçilik döktürmüş ki, almamaya kıyamadım!

Semer Hazır; Darısı Eşeğe

İşte oruç keyfi böyle bir şeydir; gahî bir fişek dolusu kırık leblebi olur, gahî ustasının elinden yeni çıkmış gıcır gıcır bir eşek semeri. Hikaye, "merdiven" kıssasının neredeyse tıpatıp aynısı. Akşam üzeri peşinde hamal, hamalın sırtında eşek semeri ile evine teşirif eden "ehl-i keyfe" hanımı daha kapıda sorgu-sual eylemiş,

- Üstüme iyilik sağlık Osman Efendi, bu semer de neyin nesi? Ne ahırımız var ne eşiğimiz, bu semer bizim ne işimize yarar?

Osman Efendi gevrek gevrek gülümsemiş,

- Oruç keyfi ile alıverdik hanım sultan; bakarsın bir başka gün aynı keyif ile bir de eşek alıveririm; günün birinde lazım olur bakarsın.

 

          

 

 

 

 

Sayfayı Yazdır